Eski hesaplar, beyhude çabalar...

15.03.2018 11:37
Önce, olağan gözden geçirme kapsamında Türkiye’de “gözlemlerde” bulunan IMF heyetinin raporu geldi. Arkasından derecelendirme kuruluşu Moody’s'in not indirimi sıraya girdi. IMF raporu ile Moody’s'in not düşürme gerekçelerinin örtüştüğünü, esasında Moody’s'e IMF’nin öncülük ettiğini söylememiz gerekiyor.
 
Hiç şüphesiz ki artık Moody’s gibi kuruluşların notları da değerlendirmeleri de dikkate alınmamalıdır ki zaten piyasalar da uzun zamandır bunu yapıyor.
 
Ancak bu hafta gördük ki Türkiye ekonomisi üzerinde çalışan bu ekonomi tetikçileri, kimi asılsız haberlerle özellikle kur tarafında operasyona devam ettiler.
 
Tam da Afrin düşerken bu raporları yayınlayacaklarını, durup dururken not düşüreceklerini, kuru gereksiz yukarıya çekmek için piyasaya asılsız birtakım söylentiler yayacaklarını biliyorduk.
 
Türkiye piyasalarında olumsuz hava oluşturmak isteyenler, bunu yalnız olumsuz hava oluşturmak adına yapmıyorlar. Bu adımlar, tam da şimdiki ekonomik savaşın parçasıdır. 
 
Şu hesap hâlâ yapılıyor; Türkiye’de kamuoyunun ve ekonomi bürokrasinin yumuşak karnı, kurun, özellikle doların hızlı yükselmesi, TL’nin devalüe olmasıdır. Türkiye’de, eski kapalı ekonominin ve sabit kur rejimi uygulamalarının bir mirası olarak, devalüasyon endişesi adeta milli bir sorun olmuştur.
 
Tabii ki biz bu endişeyi haklı kılacak bir iktisat tarihine sahibiz, en yakın krizler olan 1994 ve 2001 krizlerindeki devalüasyonlar dâhil olmak üzere IMF reçeteleri gereği yapılan tüm devalüasyonlar, kamuoyunda krizin devlet tarafından resmi tescili olarak kabul görmüş ve yüksek devalüasyonlarla birlikte Türkiye ekonomisi adeta ellerini, IMF gibi küresel tefeci kurumlara kaldırmıştır.   
 
Bu anlamda kurun, her dönemde yukarı kıpırdanması ekonomi bürokrasisinin de yumuşak karnı olmuştur... Kur artışında Merkez Bankası'ndan ilgili bakanlıklara kadar her kurumun ilk aklına gelen faizleri yukarı çekmek ve para ve maliye politikalarında daha da sıkılaşmaya giderek büyümeyi düşürmek oluyordu geçmişte... Şimdi de öyle olacağını, bürokrasideki bu “cahil kur telaşının” devam ettiğini düşünüyor olmalılar. Dikkat ederseniz, yalnız bu hassas zamanlarda değil, Merkez Bankası’nın Para Politikası Kurulu toplantıları öncesinde de kurda manipülatif kıpırdanmalar görürüz. O zaman bu hesapları yapanlara şu açıklamayı yapmak gerekiyor:
 
Ne yapılmalı? 
 
Şimdi “eski” Türkiye yok; hem 2001 krizi öncesi dinamikleri hem de 2001 krizi sonrası Türkiye’ye dayatılan Derviş programını aşalı çok oldu. Türkiye, dalgalı kur rejimi uyguluyor. Buna bağlı olarak, küresel rekabeti takip eden ihracat odaklı bir sanayi büyümesini de kapsayıcı olarak öne çıkartıyor. Bu çerçevede kurdaki dalgalanmalar hem olağandır (dalgalı kur rejiminin doğası gereğidir) hem de kur, orta vadede, ihracatı ve küresel rekabeti destekleyecek, spekülatif kısa vadeli sermaye giriş ve çıkışlarını, piyasa mekanizması çerçevesinde otomatik olarak denetleyerek, optimum aralıkta istikrar kazanacaktır.
 
Örneğin burada gereksiz değerli yerel para, küresel ticarette rekabet için bir kur dezavantajı olduğu gibi, ekonomi güvenliği için büyük risk olan tehlikeli bir sıcak para stoku oluşturabilir ki bu, ekonominin kalbindeki saatli bombadır. Ve bu bombanın saatini, hiçbir zaman, yerel ekonomi oyuncuları ve ekonomi bürokrasisi kurmaz.  
 
Büyüme düşmeyecek! 
 
Kur yükselişleri karşısında paniğe kapılmadan, “onların” önerdiğinin tam aksine üretim yanlısı ve ekonominin döviz ve TL ihtiyacını karşılayacak tedbirleri yürürlüğe sokmak ilk adım olmalıdır. Eğer biz, bu tür eskimiş operasyonlar karşısında paniğe kapılarak, gereksiz sıkılaştırmaya gidersek, yani pedal çevirmekten vazgeçersek, işte o zaman, geçmişte olduğu gibi, ekonomiyi krize sürükleriz. O halde, Orta Vadeli Programı da aşan kapsayıcı, ihracat odaklı sanayiye dayanan rekabetçi büyümeyi teşvik etmeye devam edeceğiz ve Türkiye’nin 2018 büyümesini de 2017 seviyelerinde tutacağız. 
 
OECD’nin, bu haftaki raporunda teslim ettiği gibi, Türkiye’nin 2017 dâhil üç yıl büyümesi yüzde 5’in üzerinde olacaktır. Yani OECD, Türkiye’nin Orta Vadeli Programı’ndaki “resmi” büyüme rakamlarını bir yerde teyit etmiş de oldu.
 
Bizim buradaki görüşümüz Türkiye’nin, bütün bu süreçte, büyümeyi daha da yukarı taşıyacak, kapsayıcı ve sürdürülebilir bir büyüme-kalkınma yolunu kurumsallaştırmaktır. Bu, aynı zamanda, her türlü ekonomik operasyona da en esaslı cevaptır. Türkiye, eğer artık iflas etmiş neoliberal safsataları, tam anlamıyla bir kenara bırakırsa, hızlı büyürken, eskiden olduğu gibi, kronik cari açık ve enflasyon sorunlarıyla karşılaşmayacaktır.  
 
Enflasyon ve cari açık “belli kesimlerin”, ekonomik tetikçilik yaparken en yoğun olarak anlattıkları sorunlardır. Bugün enflasyon ve cari açık Türkiye ekonomisi için üzerinde durmamız gereken meseleler olmakta birlikte, bunlar, sadece yüksek üretim maliyetleri, rekabetçi olmayan piyasa yapısı, gıda gibi enflasyonu yukarı çeken alanlarda çarpık, denetlemeyen piyasa işleyişinin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, bu sorunları büyümeyi düşürerek, faizleri daha da yukarı çekerek çözmeye çalışmak, bu sorunları yapısal hale getiren bir tuzaktır. Türkiye, üretimi ve ihracat odaklı büyümeyi yeni bir kalkınma hikâyesiyle taçlandırırsa, dış ticaret açığında, enerji dışı dengeye hatta fazlaya hızla gelecektir.
 
Sanayide ara malı üretimini destekleyecek, burada gereksiz ithalatı engelleyecek önlemler kapsamlı bir reform programıyla devreye girmelidir.
 
Öte yandan, 2018'de de başta KGF kapsamında olmak üzere, KOBİ’lere, esnafa, tarıma verilen destekler, kapsamlı büyümeyi destekleyen perspektifte, devam ettirilmeli görüşündeyiz.